The Hobbit: Attack on Smaug ?

4 Ağustos 2014

Hobbit üçlemesinin son filmi The Battle of The Five Armies'in posteri ve ön gösterim videosu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Her ne kadar Hobbit serisini Yüzüklerin Efendisi kadar başarılı bulmasam da son filmin yayınlanmasını merakla bekliyorum. Yalnız filmin posteri ilk görüşte bana feci şekilde Shingeki no Kyojin'i (Attack on Titan) anımsattı.


Nasıl... Benziyorlar değil mi? Tabi burada kalkıp "Hobbit ekibi gidip Shingeki no Kyojin'in posterini çalmış/kopyalamış" gibi saçma bir iddiada bulunmayacağım. Ama Amerikalı "geek"ler arasında Shingeki No Kyojin'in çok popüler olduğu ve yayınlanacak filmin ana seyirci kitlesini bu geeklerin oluşturduğu gerçeğini de bir kenara not etmek gerekir. 

Nedense bu postu yazarken kendimi "illuminati deşifre" videoları hazırlayan, üçgen fetişisti liseli ergen gerileri gibi hissettim :D  Artık toplum olarak hepimiz manyak olduk.
.
.
.
Bu da böyle boş bi yazıydı işte, paylaşayım dedim. Maksat blogda hareketlilik olsun. Aslında Zankyou no Terror hakkında bir şeyler yazmak istiyordum (malum, sezonun en iddialı animesi) ne diyelim artık, belki bir daha ki yazıya...

2014 Yaz Animeleri

8 Temmuz 2014


Aslında yaz animeleri hakkında izlenim yazmak için geç kaldım sayılabilir, yazın ortasına geldik sonuçta ama önceden yaz listesine bakıp izlemeyi düşündüğüm seriler yeni yayınlanmaya başladı. Bu sebeple biraz geç kaldım. Neyse, geç olsun güç olmasın.

Nedendir bilmem, söz konusu yaz sezonu serileri olunca animeseverler beklentilerini düşürürler. İyi seriler sonbahar ve ilkbaharda çıkar gibi bir izlenim oluşmuş kafalarda. Bu senenin yaz serileri böyle düşünenleri utandıracak derecede iyi yalnız bunu söyleyebiliriz. Hem uzun zamandır tanıtımı yapılan Ao Haru Ride, Zankyou no Terror ve Sailor Moon Crystal, hem de popüler devam serileri Free! Eternal Summer, Sword Art Online II ve Space Dandy 2 gibi animelerin yaz sezonu yayınlanacak olması, böyle iddialı laflar etmemde önemli bir etken. Glasslip, Akame ga Kill, Barakamon gibi serilerde cabası... Bu saydıklarımın her birini olmasa da bazılarını izledim ve beklentilerimi karşıladıklarını söyleyebilirim.

Glasslip

Tür: Slice of Life, Romantizm, Fantastik

Stüdyo: P.A. Works

Konu: Hikaye son yazlarını beraber geçiren liseli beş arkadaşla ilgili. Bu beşlinin içindeki ana karakterimiz Touko Fukami cam sanatçısı bir ailenin kızıdır ve ileride aile mesleğini devam ettirmeyi düşünmektedir. Touko şehre yeni gelen transfer öğrenci Okikura Kakeru ile tanışır. Bu gizemli genç geleceği görebildiğini iddia eder ve Touko'nun da bu güce sahip olduğunu düşünür. Yeni gelen öğrenciyle birlikte beş arkadaşın son yazları hem romantik hem de fantastik bir hal almaya başlar.


Geçen sonbahar sezonunda en çok konuşulan, benim de o sezonun en çok beğendiğim serilerinden biri olan Nagi no Asukara'ya imzalarını atan stüdyo P.A. Works'ün yine Nagino'yu anımsatan son serisi. Bu sebepten dolayı duyduğumdan beri büyük bir beklenti içerisindeydim. Şu anda sadece ilk bölümü yayınlandı ve henüz mükemmel olduğunu söylemek zor ama bana kalırsa kesinlikle şans verilmeli. Nagino'nun ilk bölümü de mükemmel değildi ve bittiğinde büyük bir merakla diğer bölümü beklemiyordunuz ama sonrasında seri aldı yürüdü sonuçta. Tek korkum Nagino'ya benzeme konusunda sınırı aşıp başarısız bir kopyaya dönüşmesi ama ne stüdyonun ne de ekibin böyle bir hataya düşeceğine inanmıyorum. Çizimler güzel, müzikler fena değil... Senaryonun işlenişi konusunda bir hata olmazsa ve gerçekçi işlerlerse (sonuçta slice of life) iyi bir seri olamaması için hiçbir sebep yok.


Tokyo Ghoul

Tür: Gizem, Aksiyon, Korku, Dram

Stüdyo: Studio Pierrot

Konu: Tokyo insanlarla beslenen hortlaklar nedeniyle korku içindedir. Hortlakların görünümü insana benzemekte bu yüzden ayırt edilememektedir. Kitap kurdu bir üniversite öğrencisi olan Kaneki bir gün kafede Rize adında kendi gibi kitapları seven bir kızla tanışır ama bu kız aslında bir hortlaktır ve Kaneki'nin hayatının tek gecede tamamen değişmesine neden olur.





Türünün gizem ve korku olması nedeniyle dikkatimi çeken Tokyo Ghoul ilk bölüm itibariyle beklentilerimi karşıladı. Hatta düşük bir beklentiyle izlemiştim kesin izlerim diye düşünmüyordum ama ilk bölümü her şeyiyle çok iyiydi ve izlenecekler listeme aldım. Benimde sonradan farkettiğim, seriye dair önemli bir ayrıntı var: yönetmen kısmında yazan isim Oscar ödüllerinde en iyi kısa animasyon film dalına aday olan Morita Shuhei. Sanırım bu ayrıntı, serinin neden bu kadar iyi bir başlangıç yaptığını açıklıyor. Stüdyonun çok tanınır olmaması yada benim animelerini pek tercih etmemem nedeniyle, çizimlerin kalitesi konusunda şüphelerim vardı ama izlerken çizimlerle ilgili bir rahatsızlığım olmadı. An itibariyle tek korkum kanlı sahnelerin, geçen sezon Pupa'da olduğu gibi, sansüre kurban gitme ihtimali. (Pupa demişken o nasıl bir hayal kırıklığıydı öyle... wasted)


Ao Haru Ride

Tür: Romantizm, Dram, Komedi, Okul

Stüdyo: Production I.G

Konu: Yoshioka Futaba ve Tanaka Kou ortaokul yıllarında tanışıp birbirinden hoşlanan iki gençtir. Fakat duygularını açıklayamadan Tanaka'nın taşınması nedeniyle ayrı düşerler. Seneler geçer. Esas kızımız Futaba artık bir lise öğrencisidir ama ortaokuldakinden bir hayli farklıdır. Çünkü diğer kızlarla iyi geçinebilmek uğruna mümkün olduğunca erkeksi bir kız olmaya çalışır. Hayatına böyle devam ederken Tanaka'yla yeniden karşılaşır ama Tanaka'da ortaokuldaki halinde bir hayli farklıdır. Artık birbirleri için yabancıya dönüşmüş bu iki genç, başlama fırsatı bile bulamamış aşklarını sürdürebilecekler midir?


Bu sezonun en çok beklenen işlerinden biri de bu seri herhalde. Sakisaka Io'nun ilk 2011'de çıkan ve hala devam eden aynı adlı, pek meşhur mangasından uyarlanmış. İyi de olmuş. Anime türleri arasında en zorunun romantik-komedi olduğunu düşünürüm. Neden derseniz (linç etmeden önce bi' dinleyin) cıvımaya en meyilli tür bu türdür. Romantizm ve dram oranını ayarlamak romantik komedi animelerde bir hayli zordur. Hikayeye romantizm ve ciddiyet verelim derken dramın dibine vurulur genelde. Zaten bu sebeple adam gibi romantik-komedi serilerinin sayısı, aynı türde yayınlanmış serilerin sayısı düşünüldüğünde, oldukça azdır. Kimi ni Todoke ve Lovely Complex' in bendeki yeri bu yüzden ayrıdır, bu iki seriyi el üstünde tutarım hep. Ao Haru Ride' da, bu listeye girmesini sağlayacak potansiyel gösterdi gibi ama Tonari no Kaibutsu-kun' dan dilim yandı bir kere, artık bu türe ihtiyatla yaklaşıyorum. Aynı stüdyodan çıkmaları nedeniyle olacak Ao Haru Ride'dan Kimi ni Todoke esintileri aldım, ki bu çok iyi bir şey. Kimini'de olduğu gibi çizim ve renklendirmede bazen suluboya(watercolor) tekniği kullanılmış, ekranda çok güzel görünüyor. Beklentim yüksek, umarım iyi bir seri olur.


Barakamon

Tür: Slice of Life, Komedi

Stüdyo: Kinema Citrus

Konu: Hikaye, ünlü bir kaligrafi(hat sanatı) ustasına yumruk attığı için dışlanan sonrasında ise küçük bir adaya gidip inzivaya çekilen genç bir kaligrafi sanatçısı Handa Seishu ile ilgili (İnziva dediğime bakmayın adam bildiğin sürülüyor). Daha önce hiç kırsalda yaşamamış olan Handa, adada başta sevimli ve hareketli bir kız çocuğu olan Naru olmak üzere, farklı insanlarla tanışıp, insani duyguları yeniden keşfedecektir.


Sezonun kuşkusuz en iyi serilerinden biri Barakamon. İlk bakışta Usagi Drop'ı andırıyor. Sevimli ve komik bir hikayesi var. Bunun yanında modern şehirli insanın yabancılaşmasına ve kırsaldaki halkın samimiyetine de değiniyor. Çizimler güzel. Seslendirme de çok başarılı. Özellikle küçük Naru'nun seiyusu çok iyi bir iş çıkarmış. Naru'nun davranışları ve tepkileri gerçek bir çocuğunkini aratmıyor, o çocuklara has saflık çok iyi yansıtılmış. Mutlaka izleyeceğim serilerden biri. Sizde izleyin, izletin :D


Sailor Moon Crystal

Tür: Büyü, Romantizm, Shoujo

Stüdyo: Toei Animation

Konu: Animeyle ilgilenen herkesin bir şekilde izlediği veya en azından adını duyduğu meşhur seri Sailor Moon' un (Ay Savaşçısı) 20. yılı şerefine, mangaya sadık kalınarak hazırlanan yeniden yapımı.
Tsukino Usagi, tembel, obur ve sulugözlü bir ortaokul öğrencisidir. Bir gün Luna adında, başında hilal şeklinde iz bulunan bir kediyle karşılaşır. Bu kedi Usagi'yi bir savaşçıya dönüştürür ve kötülükle savaşması gerektiğini söyler. 


Hemen belirteyim, beğenmedim! En büyük sebebi de çizimler. Anladık mangaya sadık kalmaya çalışıyorsunuz da, çizimlerde hiç oran-orantı da mı aramayalım kardeş? Aşırı uzun kollar, dolunaya benzemesi gerekirken ata benzeyen bir surat... Dönüşüm sırasında kullanılan cgi'ın berbatlığı da cabası. Yahu sen koskoca Toei Animation'sın, en son Kyousougiga'nın çizimlerinde harikalar yaratmış bir stüdyo olarak, ilgi odağı bir seride son derece robotik, eski sims oyunlarından fırlama bir cgi kullanıyosun. Ayrıca ben bu "yaşasın mangaya sadık kalınacakmış" diye sevinen tipleri de hiç anlamıyorum. Cidden bunlar manga hakkında açıp iki satır bir şey okumuşlar mı acaba? Okumamışlar ise ben söyleyeyim: gezegeni geçtim, asteroitlerin bile savaşçılarının olduğu, son derece komplike, aşure gibi bir şey. Takeuchi Naoko sağolsun mangayı yazarken elini hiç korkak alıştırmamış. Hayal gücünü son damlasına kadar kullanıp, gereksiz ve absürt olsalar bile bir sürü detay yazmış. Bu açıdan eski/orjinal seri uyarlama konusunda övgüyü hak ediyor. Zamanında senaryo ekibi elek gibi bütün fazlalıkları hikayeden çıkarıp daha gerçekçi bir hale getirmiş, dalları budakları kesip derleyip toplamış. Neyse... Yeni seriye dönecek olursak, karakterlerin 18.yy ingiliz leydilerine benzer halleri hoşuma gitmedi. Eski seride komedi unsurunun çoğunu sırtlanan abartılı yüz ifadeleri ve ani komiklikler yoktu. Aslında bir iki tane var gibiydi ama onlarda fazla hanım hanımcıktı. Sailor Moon ruhundan uzak şeylerdi. Müzikler kötüydü, keşke eski müzikler kullanılsaymış. Uzun lafın kısası, cilası fazla kaçmış bu yeni Usagi'yi hiç beğenmedim.


Gekkan Shoujo Nozaki-kun

Tür: Romantizm, Komedi, Okul

Stüdyo: Doga Kobo

Konu: Sakura Chiyo liseli genç bir kızdır ve okuldan hoşlandığı bir çocuğa açılmaya karar verir ama başarısız olur. Çünkü "senden hoşlanıyorum" demek yerine heyecandan "sana hayranım" der. Hoşlandığı çocuk Nozaki ise takma bir isimle ünlü bir dergiye shoujo mangalar çizmektedir. Chiyo'nun sözlerini yanlış anlayıp onun mangalarını seven hayranlarından biri olduğunu düşünür. Hatta onu asistanı yapar. Chiyo ise bu yanlış anlaşılmayı nasıl düzelteceğini bilememektedir.

Düşük bir beklentiyle izlemeye başlayıp çok beğendiğim bir seri oldu Gekkan Shoujo Nozaki-kun. Sanırım bu sene romantik-komedi açısından diğer yıllara nazaran daha şanslıyız. Önceden de belirttiğim gibi bu türün zor olduğunu ve başarılı serilerin çok az olduğunu düşünüyorum. Genelde romantik-komediler, türlerinden birinin komedi olduğunu unutup dram kasıyorlar. Bu da seyir zevkini bir hayli düşürüyor bence. Nozaki-kun'da daha ilk bölümden sesli güldüğüm sahneler oldu. Spoiler vermek istemiyorum ama bisiklet sahnesi kesinlikle müthişti. Romantik-komedilerde beni en çok rahatsız eden şeylerden biride saflığı geçip mallığa doğru yelken açan aptal shoujo kızlarıdır. Buradaki esas kızımız bir shoujo kızının genel özelliklerine sahip olmasına rağmen rahatsız edici olduğu asla söylenemez. Çünkü shoujo kızları gibi aptal değil. Baktığım sitelerde Chiyo klasik, aptal shoujo kızları gibi görülmüş (ve işin garip tarafı bu durum hep iyi olarak yorumlanmış). Oysa ben tam tersini düşünüyorum. İzlerken gülmemizi sağlayan şey, serideki absürd olmaktan en uzak karakter olan esas kızımızın Nozaki'nin absürtlüklerini farketmesi ve verdiği tepkiler zaten. Chiyo'nun son derece makul davranması, hep akıl yürütmesi, diğer yandan Nozaki'nin gariplikleri animenin ana dinamiğini oluşturuyor. Bilinmeyen bir stüdyodan çıkması nedeniyle beklentim çok düşüktü, özellikle çizimler konusunda ama herhangi rahatsız edici bir şeye rastlamadım izlerken. Şaşırdığım diğer bir konu müziklerin de gayet iyi oluşuydu (özellikle açılış şarkısı çok iyi). Gekkan Shoujo Nozaki-kun ilk bölümdeki çizgisini koruyabilirse meşhur shoujo serilerinin yanına adını yazdırabilir. 


Akame ga Kill!

Tür: Aksiyon, Fantastik, Macera

Stüdyo: White Fox

Konu: Tatsumi, köyünü açlıktan ve hastalıktan kurtarmak için başkente gitmeye karar veren genç bir savaşçıdır. Ama başkent hiç onun düşündüğü gibi bir yer değildir. İnsanların iki yüzlülüğüyle karşılaşır ve Night Raid isimli bir suikast çetesine katılır.






Tanıtımlarını gördüğümden beri merak ettiğim bir seriydi Akame ga Kill. İlk bölümü beğendim doğrusu. Aksiyon iyiydi. Bunun dışında tasvir edilen çarpık toplum olayı da iyiydi. Fantastik ve distopik bir dünya resmediliyor. İnsanda merak uyandırıyor. Şimdilik güzel. İzlemeyi düşündüğüm serilerden biri.

----------------------------------------------------------

Yaz sezonunda ilgimi çeken seriler arasında izleyebildiklerim bu kadar. Aslıdan en çok merak ettiğim seri olan Zankyou no Terror'u henüz izleyemedim. Belki izledikten sonra eklerim veya ayrı bir postta yazarım. Bunlar dışında sezonda ön plana çıkan, ilk sezonu izlemediğim için takip etmediğim Sword Art Online II, tamamının filler bölümlerden oluştuğunu düşündüğüm, garip ama güzel Space Dandy'nin 2. sezonu ve izleyip izlememekte kararsız olduğum Free! Eternal Summer gibi seriler var. Onları da belki izlersem sonra yazarım. Şimdilik bu kadar :)

Vals Im Bashir

1 Temmuz 2014


Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba dostlar. Farklı sebeplerden dolayı bir türlü yazma fırsatı bulamadım, fırsat bulduğum zamanlarda da içimden yazmak gelmedi doğrusu. Bu iki şartı da sağladığım ender vakitlerden birinde, genelde yazdığım anime ve dizilerin dışında bir şeyden, bir sinema filminden bahsedeyim dedim.


Lübnan’da yaşanan katliama tanık olan eski bir askerin savaşa ve katliama dair anılarının peşine düşmesini anlatan Vals im Bashir, yani Beşir’le Vals, savaşa dair yapılmış en etkileyici filmlerden biri. Savaşın içerdiği vahşeti ve bunun insan zihninde bıraktığı hasarı ele alan film, hem yönetmen hem de ana karakter Ari Folman’ın kendi kişisel deneyimleri ve bakış açısından yola çıkılarak oluşturulmuş.


Filmin başında ana karakterin gördüğü kabuslar ve kayıp olan savaş anıları ile savaşın insan psikolojisine yaptığı yıkıcı etki gözler önüne serilmiş. İlkel ve vahşi yönümüzü tetikleyen savaş ortamının, sonrasında hatırlanmak dahi istenmeyen sonuçlar doğurduğuna değinerek, insan psikoloji üzerine de birtakım ilginç bilgiler verilmiş. Özellikle hafızanın canlı olduğu, anılarda boş kalan veya silinen kısımları kişiye en uygun şekilde, sahte anılarla doldurduğu bilgisi son derece ilginçti. Buradan, anılarının peşindeki Folman’ın da daha genç yaşta tanık olduğu vahşeti kaldıramayıp, kendi ruh sağlığı açısından hafızasının savaşa dair anıları sildiğini söyleyebiliriz.


Filistinli mültecilerin Hristiyan Falanjistler tarafından katledilişleri sırasında İsrail güçlerinin olayların farkında olmalarına rağmen müdahalede gecikmeleri ve İsrail yanlısı Falanjistlerin her yaştan Filistinliyi acımasızca öldürmesi, ister istemez güç ve otorite ile birlikte vicdani değerlerin köreldiğini ve insanın acımasızlaştığını ortaya koyan Milgram Deneyini akla getiriyor.

Filmde en çok dikkat çeken noktalardan biri de, tezat unsurların beraber işlenerek anlatımın kuvvetlendirilmesi. Savaş görüntülerinin ardından duyulan yüksek tempolu bir şarkı veya savaşın en gerçekçi anlarını gösteren bir sahnede fon müziği olarak vals dinletilmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Özellikle filme de adını veren, dev Beşir posterlerinin altında vals eşliğinde dans edercesine, etrafa ateş eden İsrail askerinin olduğu sahne, bu zıtlığa rağmen filmin en dikkat çekici ve akılda kalıcı sahnelerinden biri. Farklı sahnelerin arka arkaya sıralanması ve müziklerle desteklenmesi seyircide güçlü bir etki yaratıyor. Beklenmeyen geçişlerin ardından oluşan şaşkınlık izleyenlerin dikkatini canlı tutmakla beraber, savaşın yarattığı karmaşa ile savaşa rağmen hala görülebilen insani hallerin zıtlığını vurguluyor.


Son kısımda filmin animasyondan çıkıp gerçek görüntülere dönüşmesi, filmde psikologun anlattığı fotoğrafçıya dair hikayeyi anımsatıyor. Savaş boyunca gerçeklikten kaçarak objektifinin arkasına saklanan fotoğrafçının kamerasının kırılması sonucu gerçekle yüzleşmesi gibi, bizlerde anlatılan onca şeyin gerçekliğine rağmen, film boyunca izlediğimiz animasyon çizgilerinin arkasına saklanıyoruz ama son kısımla birlikte, yaşanılan vahşetin gerçekliği yüzümüze çarpıyor ve üzüntü, dehşet gibi birçok duyguyu aynı anda yaşıyoruz.