Tonari no Kaibutsu-kun

28 Aralık 2012


Fi tarihinde yazdığım son yazımda da bahsettiğim animelerden biri olan Tonari no Kaibutsu-kun shoujo/romantik-komedi türünde, sevip sevmemek konusunda kararsız olduğum 13 bölümlük bir seri. Sevme konusunda kararsızım, çünkü ilk bölümün olumlu etkisi ve yönetmenin Kimi ni Todoke’den tanığımız Hiro Kaburaki olması nedeniyle beklentilerim baya yüksekti, buna rağmen birçok sebepten dolayı seri bana beklediğimi veremedi. Bu sebeplerden bahsetmeden önce kısaca animenin konusundan bahsedelim:

 
Esas kızımız Shizuku Mizutani, kafayı derslerle bozmuş, amacı tüm derslerinde başarılı olup iyi bir kariyere sahip olmak olan soğuk nevale bir lise öğrencisidir. Bir gün öğretmeni kızımızdan okula gelmeyen serseri sınıf arkadaşı Haru Yoshida’ya ders notlarını götürmesini ve onu okula dönmesi için ikna etmesini ister. Esas oğlanımız Haru’yla soğuk nevalemiz Shizuku böylece tanışmış olur. Biraz Haru’dan bahsetmek gerekirse, Haru sert görünen, kavgacı, serseri görünen ama aynı zamanda safın önde gideni olan bir gençtir. Aslında tek amacı arkadaş edinmek olan Haru, duygularını ifade edebilmekte zorlandığı için bunu başaramaz. Zaten sık sık kavgaya karışması ve şiddet eğiliminin nedeni de duygularını ifade etme güçlüğüdür. Neyse işte…  Shizuku Haru’yu yanlış arkadaşları konusunda uyarıp iyi davranınca bizim saf oğlan bundan çok etkilenip Shizuku'ya vurulur ve köpek yavrusu gibi kızımızın peşinde dolanmaya başlar. Gerçi Shizuku bu durumdan pek hoşnut değildir. Aslında o da Haru’dan hoşlanmıştır ama bu durumun notlarını etkilemesinden korkmaktadır. Konumuz böyle.


İlk olarak teknik konulardan bahsedelim. Animemiz renklendirme ve çizim konusunda başarılı. Bir shoujo animeye uygun bir biçimde renkler canlı ve parlak. Animasyon kalitesi de iyi. Gerçi yıl olmuş 2012 hatta 2013, hala atari oyunlarındaki gibi hareket eden anime karakterleri veya çizim hatalarıyla dolu seriler beklemek garip olurdu herhalde. :D  Bunun dışında müziklerde fena değildi. Anlayacağınız işin teknik boyutunda bir sorun yok.


Asıl sorun hikayenin işlenişinde, hatta hikayenin kendisinde. Senaryo/hikaye/metin, artık adına ne deniyorsa, üzerinde fazla düşünülmeden yazılmış gibi duruyor. Seriye hakim olan genel bir durağanlık var. Daha doğrusu hikayede heyecan faktörü eksik. Bunu da en çok Haru'yla Shizuku'nun ilişkisinde hissettim doğrusu. Seri boyunca ikilinin arası bir iyi bir kötü ama buna neden olan şey tam olarak nedir veya bu kadar abartmaya gerek var mıydı bilemiyorum. Sanırım heyecan eksikliği bu şekilde giderilmeye çalışılmış. Özellikle Shizuku'nun Haru'yla ilgili olarak sürekli düşünüp taşınıp karar verememesi ve ikilinin bir türlü sevgili olamamaları abartılı ve sıkıcıydı. Hikayedeki bozukluk az da olsa rastladığımız dram konusunda da belli oluyor. Ortalarda sürekli karakterlerimizi ilgilendiren dramatik bir şeyler var gibi ama bunlar izleyicide yapması gereken etkiyi yapamıyor ve çok yüzeysel kalıyor. Dediğim gibi, tüm o dramanın kaynağı bile belli değil ama herkes bi' triplerde.


Aşk konulu bir animede aşklarını bir türlü hissedemediğim ana karakterlerin aksine yan karakterlerden Natsume'nin serinin sonlarına doğru gelişen romantik hisleri izlemek kesinlikle çok daha keyifliydi. Tonari no Kaibutsu-kun'un bana göre diğer bir sıkıntısı, bir noktadan sonra yan karakterlerin gelişiminin ana karakterlerinkini gölgede bırakması. "Haru beni seviyomu, ben onu seviyommu, seviyosam nolcakki notlarım düşermi, kariyerim nolur, hay allah napsamki yaa :/ " modunda, ruh gibi Shizuku ve yumurtlayan bir horozla kanki olan garip Haru'nun yanında Yamaken ve Natsume karakterleri doğal olarak ön plana çıkıyor ve güneş gibi parlıyorlar.


Final bölümünde hiçbir konu herhangi bir şekilde bağlanmadığından dolayı çok büyük bir ihtimalle 2. sezon gelecek. Umarım ikinci sezon ilkine göre daha canlı ve hikaye açısından daha sağlam olur.


Her ne kadar hikayesi ve anlatımı çok başarılı olmasa da Tonari no Kaibutsu-kun ortalama bir anime serisi. En azından kendini izlettiriyor ve çizim, renklendirme gibi konularda da başarılı. Beklentileri yüksek tutmadığınız müddetçe ( ben sanırım yüksek tutmuşum :D ) sevmekte zorlanmayacağınız  ama bittiğinde de hiçbir iz bırakmayacak bir seri.

Notum: 6.5/10


Kısa Kısa

7 Ekim 2012

merhaba!

  • Her bloggerın kurtarıcısı meşhur “Kısa Kısa” başlığını kullanmaya karar verdim. Sanırım artık tam bir blogger oldum diyebilirim :D 

  • Okullar açıldı T_T   Dolayısıyla sabahın köründe kalkmalar, otobüslerin boş olması için dua etmeler, uykulu halde not tutmaya çalışmalar da başladı. Okullar açılmadan önce otomasyonda yapılan ders seçme/seçmeli derslerin iyilerini kapma savaşlarından zaferle ayrılmam sonucu çok istediğim mitoloji ve sanat eserlerinden felsefe problemleri derslerini alabildim, bu sebeple pek bi' mutluyum ama sınav tarzlarının nasıl olacağını kestiremediğim için çok rahat olamıyorum.
 
  • En sevdiğim animelerden Kimi ni Todoke’nin yönetmeni Hiro Kaburaki’nin yeni anime serisi Tonari no Kaibutsu-kun’un ilk bölümünü izledim ve oldukça beğendim. Benim için renklendirme ve çizim oldukça önemlidir. Herkesin öve öve bitiremediği ama sırf çizimler rahatsız etti diye bıraktığım veya hiç izlemediğim çok seri oldu. Sanırım Tonari no Kaibutsu-kun için böyle bir durum söz konusu olmayacak çünkü kullanılan canlı renkler ve çizimler serinin türüne uygun ve insanı rahatsız etmiyor. Ama ilk bölüm için her şey fazla hızlı gelişti sanki yada bana öyle geldi bilemiyorum :/  Yine de ilk izlenimim oldukça olumlu. Kaliteli bir romantik-komedi izleyeceğiz gibi :D

  • Asya dizileri izlemeye başladığım ilk zamanlarda ilk 2 bölümünü izleyip bıraktığım Hana Kimi’nin Kore versiyonu To The Beautiful You’nun 10 bölümünü izledim ve bence fena değil. Japonların anime mantığıyla dizi çekmesi sonucu ortaya çıkan Hana Kimi ile karşılaştırıldığında Kore versiyonu daha ”normal” ve izlenebilir duruyor. Gerçi bir karşılaştırma yapmak da doğru değil. Sonuçta Hana Kimi’nin tüm bölümlerini izlemedim ama içerdiği komedi animelerine özgü absürtlüğü ve abartısı bana fazla gelmişti. (yıllar önce izlediğimde daha Japon dizilerinin mahiyetini tam kavrayamamıştım. acemi bünyemde bıraktığı etkiyi siz tahmin edin :D ) Kısaca To The Beautiful You (izlediğim 10 bölüme göre) çok iyi olmayan ama çok da kötü olmayan bir dizi. Belki ayrı bir yazıyla daha uzun bir şekilde ele alabilirim.

  • Yine animelere dönecek olursak, yeni serilerden K (veya K-Project, hangisi doğru bilmiyorum) oldukça ilgimi çekti. İnternette bulunan tanıtım videolarından anladığım kadarıyla renklendirme, çizim, animasyon kalitesi gibi konularda baya iyi bir anime olacak. Hangi firma veya yönetmen vs. bilmiyorum ama adamlar belli ki döktürmüşler. Eski serilerden de Soul Eater’ın ilk 3 bölümünü izledim. The Nightmare Before Christmas’ı anımsatan bir atmosferi var (ki bu iyi bi’şey) Karakter tasarımı da iyi ama izler miyim bilmiyorum. Yine eski animelerden Another'ı arşivliyorum şu sıralar, tekrar izleyeceğim. Sonra belki bir yazı da onun hakkında yazabilirim. (dünyanın en tembel bloggerlarından biri olarak bu lafıma kendimde gülüyorum) Demesem olmaz: şu Bakuman'ın 3. sezonu başlasa da bi izlesek :/
 

         Şimdilik bu kadar, sonra görüşürüz. :)

Big

19 Eylül 2012


Big, başka memleketlerde kendi memleketinden daha çok sevildiğini düşündüğüm Gong Yoo’nun askerlik sonrası yer aldığı ilk dizi projesi. Gong Yoo ile tanışmam çoğu kişi gibi Coffee Prince ile oldu. Sonrasında diğer bir dizisi Hello My Teacher’ı da izlemiştim ama “Hayat Bilgisi”ne bağlayınca 13. bölüm gibi artık dayanamayıp bırakmıştım. Bu diziyi izlemeye karar vermemdeki en büyük etken şüphesiz Hong Kardeşler'in senaryoyu yazmalarıydı. Daha önce senoryolarını yazdıkları My Girlsfriend is a Gumiho ve The Greatest Love gibi dizileri izleyip acayip beğenmiştim. Bunun dışında oyunculuğunu beğendiğim Gong Yoo’nun başrolde yer alması bana diziyi izleten diğer bir unsurdu. Bir de benim garip gibi huyum var, normalde iç güzellikçi(?!) bir insanımdır ama ne hikmetse söz konusu kitap kapakları, dizi-film afişleri olunca şekilciliğin dibine vuruyorum. Psikopata falan bağlıyorum. :D  Sırf afişleri çok güzeldi diye oturup o saçma Heartstrings’i bile izlemiştim. Anlayacağınız Big’i izlememde ki bir başka sebep internetteki görselleri. :D


Biraz diziden bahsedecek olursak,
Esas kızımız Gil Da Ran bir okulda sözleşmeli olarak çalışan bir öğretmen. Filmlerdeki gibi tanışıp aşık olduğu Seo Yoon Jae adlı başarılı ve ünlü bir doktorla nişanlı ve evlenmek üzereler. Ama doktorumuz işi gereği çok meşgul bu yüzden esas kızımızla pek görüşememekte. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur misali, Doktor Seo düğün öncesi hevesini yitirmiş gibi görünmekte ve evlilikle ilgili bazı tereddütleri var. Esas kızımız Da Ran bu durumun farkında ama pek ses çıkarmıyor. 

Esas kızımız Da Ran ve ergen gerisi Kang Kyung Joon
Diğer bir karakterimiz ise Kang Kyung Joon. Annesinin ölümü üzerine Amerika'dan Kore'ye gelmiş. Babasının kimliği belirsiz. Kore’ye geldikten sonra annesinin zamanında almış olduğu büyük ve güzelce bir evde tek başına yaşayıp bunalım takılıyor. Yalnız bu Kang Kyung Joon (KKJ) herhalde ergenlikten olacak, biraz çok bilmiş bir tip. Ona buna çekinmeden laf sokmalar, atarlanmalar falan  :D  Neyse işte, bu itici ergenimiz (ve maalesef esas oğlanımız) Da Ran'ın çalıştığı okula kaydoluyor. Zaten öncesinde tesadüfen karşılaştığı Da Ran'dan hafiften hoşlanan ergen gerisi, bu vesileyle bizim kızla arkadaş olup yakınlaşıyor ama Da Ran'ın aklı Doktor Seo'da. 


Bir gün Da Ran artık nişanlısının soğuk tavırlarına dayanamayıp, isyan edercesine "beni seviyor musun" diye sorunca, Doktor Seo bizim kızla yüz yüze konuşup sorusunu cevaplamak için arabasına atlar ama yolda bizim atarlı oğlanla kaza yaparlar ve kaza sırasında da ruhları yer değiştirir. İşte konumuz böyle. :)


Dizinin konusu bence fena değil, hatta ilgi çekici. Secret Garden'dan sonra başlayan romantik komedilerde fantastik öğe kullanma modasını en iyi şekilde uygulayan dizilerden. Bunun dışında oyuncuları da çok iyi ki Gong Yoo' nun oyunculuğundan bahsetmeye gerek bile yok. Zaten kendileri döktürmüş, dizi bi' nevi "Gong Yoo Show" olmuş. Esas kız rolündeki Lee Min Jung'u Boys Over Flowers'tan hatırlıyorum. Orada yan rollerden birindeydi ama bende iyi bir izlenim bırakmıştı. Bu dizide de beğendim. ( otur yüz :D ) Jang Mari karakterini canlandıran şarkıcı Suzy de arada bir sırıtsa da öyle çok rahatsız etmedi. Sadece KKJ'yi oynayan oğlan Shin Won Ho'ya bir türlü ısınamadım. Hangi blogu okusam bu ergeni sevgi seline boğmuşlar, sanırım bir tek bana itici geliyor.


Big türünün romantik-komedi olduğunu unutmayan, romantizmin ve dramın olduğu kadar komedinin de olduğu bir dizi. Belki kahkahalar atmıyorsunuz ama 30 yaşındaki doktorun bedenine hapsolmuş 18'lik Kyung Joon'u izlemek sizi eğlendiriyor. Diğer Hong kardeşlerin diğer dizilerinde olduğu gibi burada da yan karakterlerin komedi konusunda diziye yaptığı katkılar büyük. Özellikle esas kızın annesinin terminatöre bağladığı absürd bir sahne vardı ki baya komikti.


Dizinin romantizm-dram kısmı da iyiydi. Ruh değişiminden sonra aşık olduğu soğuk nevale nişanlısıyla fiziksel olarak aynı özelliklere sahip ama daha ilgili, eğlenceli ve sevgisini daha çok gösteren bir adamla karşı karşıya kalan Gil Da Ran'ın yaşadığı karmaşa ve gelgitler iyi yansıtılmış. Kyung Joon'un da Da Ran için kendini geliştirmeye çalışması, emo'lar gibi dolaşan bir velet iken aşkı için olgunlaşması iyi işlenilmişti. Aynı zamanda dizinin dram yönünü kuvvetlendiren, bölümler ilerledikçe artan ve birbiriyle bağlantılı olduğunu bildiğimiz ama tam çözemediğimiz bir gizem durumu var. Ama maalesef dizi için asıl problem de bu noktada başlıyor. Çünkü ana karakterlerin geçmişine dair, son derece basit ve hepimizin kolaylıkla üzerinde tahmin yürütebildiğimiz ipuçları dizi ilerledikçe, gereksiz bir biçimde karmaşık hale geldi. Dizinin sonunda bu karmaşık durum izleyiciyi tatmin edecek şekilde çözülemedi.


Buradan sonrası Spoiler! Eğer diziyi izlemediyseniz son paragrafa geçebilirsiniz.
((((( Dizide melek resimleriyle başlayan ve son derece basit görünen ipuçları giderek arttı. KKJ'nin doktorun kardeşi olduğunu zaten tahmin ediyorduk ki, babalarının aynı kişi olduğu ortaya çıktı. Buraya kadar bir sorun yok. Fakat sonrasında doktorun annesinin de aynı zamanda KKJ'nin annesi olduğunu öğrendik ve hepimiz WTF? olduk. Dizinin saçmalamaya başladığı nokta bence burası. Çünkü sonrasında "yok artık!" dedirtecek boyutta şeyler ortaya çıktı. Meğersem KKJ ve doktor ikizlermiş de, daha embriyo iken birini dondurmuşlar sonra başkasına vermişler doğursun diye. E yok artık! Hong kardeşler "romantik komedi yazıyoruz ama olsun dramda ekleyelim, hem daha çok izlenir" kafasında yazıp, zararsız ama bağlantılı küçük detayları başından beri diziye serpiştirdiler ama sonrasında toplamayı beceremediler. Sonunda büyük ihtimalle biraz seyircinin hoşgörüsüne sığınarak, tamamen seyircinin hayalgücüne ve varsaymasına bağlı, kimseyi tatmin etmeyen bir son yazmak zorunda kaldılar. Varsayımdan kastım dizinin son sahnesiyle ilgili. 2 yıl sonra KKJ ile Da Ran karşılaştıklarında esas kızımız karşısında Doktor Seo'nun bir kopyasını buldu. Birincisi, 2 senede o çocuk imkanı yok o kadar çok değişemez. İkincisi, hadi aradan 2 değilde 5 sene geçsin yine KKJ Doktor Seo olamaz çünkü Shin Won Ho'dan bir Gong Yoo çıkamayacağı kesin. Göz denilen bir şey var sonuçta. Yani anlayacağınız senaristler bizden KKJ'yi oynayan oyuncunun Gong Yoo'ya çok benzediğini veya 2 sene içinde büyümeye başka bir boyut kazandırarak Gong Yoo'ya dönüşebileceğini varsaymamızı istediler.



Sizi bilmem ama ben Da Ran ile Kyun Joon'un aşklarını "aman ne tatlılar" diyerek izleyemedim. Çünkü Doktor Seo sonradan öğrendiğimiz kadarıyla Jang Hee Jin ile herhangi bir şey yaşamamış. Yani büyük ihtimalle hala Da Ran'ın seviyordu ama dizinin finalinde doktora değinilme gereği bile duyulmadı. İki kardeş ve aşık oldukları kızdan oluşan aşk üçgeninin üçüncü halkasına değinilmeden final yaptılar resmen. Kyung Joon ile Da Ran bir şekilde muratlarına erdi, Doktor Seo ise forever alone olarak kaldı, yazık :D )))))


Her ne kadar spoiler kısmına olumsuz birçok şey yazmış olsam da, Big bana göre geçtiğimiz yazın iyi dizilerinden biriydi. Finali kesinlikle seyirciyi tatmin etmese ve geride aklımızı kurcalayan birçok şey bıraksa bile oyuncuları, atmosferi, müzikleri ve sizi gülümseten komedi unsurlarıyla izleyip hoş vakit geçirebileceğiniz çerezlik bir dizi. 

Notum: 6.5/10




From Up on Poppy Hill

30 Ağustos 2012



Döndüm! Uzun bir aradan sonra bloguma yeniden bir şeyler yazmak gerçekten güzel. Kimi zaman okul ve sınavlar, kimi zaman ise içimden gelmediği için yazamadım. “Mutlaka bir şeyler yazmalıyım” diye kasmak bana biraz saçma geliyor.  *_*


Bloga yazı yazmadığım süre boyunca bol bol film, dizi ve anime izledim. İzlediğim animelerden biri de bu yazının konusu olan 2011 yapımı bir Studio Ghibli filmi olan From Up on Poppy Hill. Orjinal adı Kokuriko-zaka Kara. (Anlamı "Kokuriko Tepesi'nde" imiş) Hayao Miyazaki'nin oğlu Goro Miyazaki'nin ikinci filminde baba Miyazaki de filmin senaryo kısmında çalışmış. Filmle ilgili kısa bilgimizi de verdik, şimdi biraz konudan bahsedelim.



Hikaye 1960'lı yıllarda Yokohama şehrinde geçiyor. Ana karakterimiz Umi Matsuzaki akrabalarıyla birlikte tepedeki bir evde yaşayan liseli bir genç kızdır. Annesi yurt dışında öğretim görevlisi olarak çalışmakta, kaptan olan babası ise yıllar önce Kore savaşında hayatını kaybetmiş. Umi babasının anısını yaşatmak için her sabah bahçelerindeki bayrak direğine bir çift flama asıyor. Annesinin ve babasının yanında olmayışı nedeniyle evdeki bir takım işleri üstlenmiş; yemek pişiriyor, kardeşleriyle ilgileniyor ve aynı zamanda da okuluna devam ediyor. Okulda Shun adlı bir çocukla tanışıyor. Shun ve arkadaşları okulda "Latin Köşesi" olarak bilinen kulüp binalarının yıkılmaması için uğraşıyorlar. Filmde bu uğraş ile birlikte Umi ve Shun'un arasındaki ilişkiyi izliyoruz.


Film uzun süren savaşlar sonrası toparlanmaya çalışan Japonya'yı resmediyor. Düzenlenen 1964 Tokyo Olimpiyatları adeta Japonların dünya düzenine yeniden kabulünün sembolü gibi. Tüm ülkede başlayan yenilenme, daha doğrusu batıya ayak uydurma hareketlerinin sonucu olarak ortaya çıkan "gelenek-modernite" ve "eski-yeni" çatışmaları filmde öğrenciler ve kulüp binası üzerinden son derece güzel bir şekilde anlatılmış. Aynı zamanda filmde dönemin Japonya'sında kadının toplumdaki yeri ve rolüne de değiniliyor. Bu sebeplerden dolayı filmin söz konusu dönemdeki Japonya'yı iyi bir şekilde resmettiğini söyleyebiliriz.


Tüm Ghibli filmlerinde olduğu gibi çizim ve renklendirme son derece başarılı. Özellikle kulüp binasıyla ilgili ayrıntılar çok iyi çizilmiş. Karakter çizimleri de tahmin edeceğiniz gibi diğer Ghibli filmleriyle aynı. Kullanılan müzikler güzel ve anlatılan dönemin havasına uygun.


Sanırım felsefe okumam nedeniyle olacak, filmde en sevdiğim sahnelerden biri münazara sahnesiydi. Münazara sırasında yapılan ufak demokrasi eleştirisi bence oldukça hoştu. Bunun dışında ilk aşkın saflığı çok güzel bir şekilde anlatılmış. Sonradan karmaşık bir hale gelen ilişkilerine rağmen iki gencin kendi duygularını anlamaya çalışmaları, doğru olanı arayışları ama tüm bu süreçte yaşadıklarından ve kendi duygularından utanmamaları çok güzeldi.

 
Filmle ilgili bazı olmamış noktalar da var. Film 60’lı yıllarda kadın olmak, ilk aşk, toplumsal değişim süreci, farklı görüşlerin çatışması gibi çeşitli konulara değinmesine rağmen hiçbirini derinlemesine ele almıyor. Böyle olunca da film bittiğinde izleyicisinde derin etkiler bırakamıyor. Oysa Ghibli filmlerinin en bilinen yönü budur. Film bittikten sonra dahi kalpte uzun süre yer edecek, belki de hiç silinmeyecek çok güzel bir sıcaklık bırakmasıdır. Oysa bu filmimizde o sıcaklık çok uzun ömürlü olmuyor. Her birinden ayrı ayrı hikayeler yazılabilecek konuların birbirine harmanlanması noktasında biraz çekimser kalınmış. Film sanki çok daha iyi olabilecekken "yok biz böyle iyiyiz" demiş ve mütevazi kalmayı tercih etmiş gibi duruyor. 


Ghibli etiketinden de belli olduğu üzere From Up on Poppy Hill(Kokuriko-zaka Kara) ortalamanın üzerinde iyi bir film. Her ne kadar bazı eksikleri olsa da atmosferiyle, çizimleriyle ve müzikleriyle kendisini keyifle izletiyor. Ghibli filmlerini sevenlerin izlemesini tavsiye ederim.

Notum: 7/10


 

İlk Mim'im :)

22 Mart 2012


Mimlenmişim yahu :D  Bir heyecanlıyım ki sormayın, çok sevindim!  Mikal Zia'ya teşekkür ederim. Sayesinde ilk mim yazımı yazıyorum. :)

Mim 1: En Sevilenler

1.En sevdiğin şeyler nelerdir, nelerden hoşlanırsın?
Sanırım en sevdiğim şeylerin başında uyumak geliyor. (evet, acık tembelim :D ) Bunun dışında abur cubur eşliğinde evde film izlemeye bayılırım. Ve tabiki haftasonu kahvaltıları... (Özellikle) cumartesi günü biraz geç saatte kalkıp, çaydanlıktaki tüm çay bitene kadar yavaş yavaş yaptığım o kahvaltılar asla vazgeçemeyeceğim şeyler arasındadır. Aslında bu soruya verilecek çok cevabım var ama ilk mim heyecanından mıdır nedendir, şimdilik sadece bunları yazabiliyorum.

2.Bilgisayarda vaktini nasıl geçirirsin?
Son zamanlarda bilgisayar başında öyle pek fazla vakit geçir(e)miyorum. En fazla yarım saat birkaç siteye bakıp hemen çıkıyorum. Ama bilgisayarımı her açışımda mutlaka Facebook'a bir on dakika göz atarım, ama birçokları gibi Facebook bağımlılığım yoktur. Sonra mutlaka bir-iki haber sitesine de bakarım. Gündemi takip etmeye çalışırım. Bazen ekşi sözlüğe uğrarım, bazı başlıkları okurum. Sonra anime indiririm. Şu torrent şeysinden çok anlamadığımdan tek tek siteleri dolaşıp indirme linkleri ararım. (sonra bulduğum linkler kırık çıkar ve ben çıldırırım :D )


3.En sevdiğin filmler? 
Çok fazla film var. Hangisini yazsam bilemedim. Mesela The Lord of the Rings serisini çok severim. Aynı şekilde Amélie'yi ve Miyazaki filmlerini de severim. Bugün okulda arkadaşlarla da konuşmuştuk hatta, son senelerede izleyip en beğendiğim filmi sormuşlardı, bende Black Swan demiştim. O da çok başarılı bulup sevdiğim filmlerdendir.



4.Şu sıralar almak istediğin şeyler? 
Kulaklık... Kulaklıkları bozma gibi bir özelliğim var sanırım çünkü en fazla 3 ay dayanabiliyorlar. Neden bozulduklarıda belirsiz. Düşürmüyorum, kablosuna dikkat ediyorum, her türlü hürmeti gösteriyorum ama nafile, yine de bozuluyor. Bunun dışında Nina Zilli'nin son albümü de almak istediğim şeyler listesinde üst sıralarda.

5.Şu sıralar ne dinliyorsun?
Deli gibi The Pierces dinliyorum. Özellikle son albümlerindeki Love You More, Kissing You Goodbye, You'll Be Mine ve Glorious şarkılarını çok beğendim. The Pierces'ı beğenmemin sebebi de sanırım tarzının benim çok sevdiğim ABBA grubununkine benzemesi. Wonder Girls'ün son albümlerinden Stop adlı şarkı da şu sıralar severek dinlediklerimden. Diğer koreli grupların isteyipte başaramadığı çok hoş bir sound yakalamışlar. Zaten son albümleriyle de gruba ayrı bi hava gelmiş. O salak "teletabi tipli sevgi pıtırcıkları" imajlarını değiştirmişler, çok da iyi olmuş.


Mim 2: Sordum Cevapla

1.Hayatınız filme çekilse adı ne olurdu ve hangi müzikler yer alırdı?
Soruya bayıldım :D  "Acemi Filozof" olabilirdi sanırım. Müziklerde Cécile Corbel, Yuki Kajiura, Danny Elfman ve Clint Mansell'ın ortak çalışması olabilirdi.

2.Birşeyleri değiştirme gücünüz olsa neleri değiştirirdiniz?
Beton yığınına dönmüş şehirleri değiştirirdim. Doğayla uyumlu ve insana huzur veren güzel şehirlere dönüşmelerini sağlardım.

3.Sizi en çok etkileyen film sahneleri nelerdir?
El laberinto del fauno'nun son sahnesi, Schindler's List filminde kırmızı mantolu kızın olduğu sahneler, Selvi Boylum Al Yazmalım'ın son sahnesi ve Scent of a Woman'daki dans sahnesi ilk aklıma gelenler.

4.Yaşadığın şehir bir günlüğüne yalnızca sana tahsis edilmiş, senden başka hiç kimse yok. Ne yaparsın?
Kitapçıyı soyardım :D  Sonrada şehrin en sevdiğim yerlerinden birine gidip çalıdığım kitaplardan birini okumaya başlardım.

5. Şu sıralar ilgiyle takip ettiğiniz diziler?
Game of Thrones'un ilk sezonunu kısa sürede bitirdim şimdi sabırsızlıkla yeni sezonu bekliyorum. Sonra, Doctor Who var birde. Diziyi 5. sezondan izlemeye başladım ve dizi feci sardı. Geriden de olsa diziyi takip etmeye çalışıyorum. Ve birde Glee. Aslında öyle çok beğenerek izlediğim bir dizi değil ama yapmış oldukları coverlar ve sergilerdikleri dans performansları sayesinde kendisini izlettiriyor. Bunların dışında Another adlı gerilim, gizem türü bir anime serisi de izliyorum.


Mim 3: 5N1K

1.Ne?
Nutella

2.Nerede?
Mutfakta

3.Ne zaman?
Dün geceydi

4.Neden?
Acıkmıştım :/

5.Nasıl?
Valla ben ekmeğe sürerek yedim ama kaşık kaşık yendiğinde de güzel olduğuna dair bazı söylentiler var

6.Kim?
Ben :D

İşte ilk mimim böyleydi. Yazarken büyük bir zevkle yazdım, umarım sizde zevkle okumuşsunuzdur. Mikal Zia'ya tekrardan teşekkür ederim. Bende Winpohu ile Lee'yi mimliyorum. :)

Lie to Me: Hayal Kırıklığı

3 Mart 2012


Son yazımı yayınlamamın üstünden baya zaman geçti farkındayım. Ama neden bilmiyorum (aslında biliyorum, tamamen tembellikten :D ) bloguma epeydir yazamadım. Gerçi bundan sonra daha düzenli bir şekilde yazmayı planlıyorum. Hakkında yazacak çok şey var. Her ne kadar (geçici bir süreliğine) kore dizisi ve anime izlemeyi bıraksam da daha önce izlediğim dizileri ve animeleri yazmayı düşünüyorum. Yani bir süre cepten yiyeceğim :D

Gelelim bu seferki postumuza...
Coffee Prince ve Goong (Düşlerimin Prensi) dizilerinde ayıla bayıla izlediğim Yoon Eun Hye’nin yeni bir romantik komedide yer alacağını duyunca çok sevinmiştim. Dedim sonunda şeytanın bacağını kıracak ve bomba gibi bir geri dönüş yapacak. Ama başlıktan da anlayacağınız gibi hiçte öyle olmadı. Benim için bu dizi büyük bir hayal kırıklığıydı.

Dizimiz kültür bakanlığında memur olarak çalışan Gong Ah Jung (Yoon Eun Hye) hakkında. Ah Jung okul yıllarında gizliden aşık olduğu kişiye kendini ispatlamak ve kendisini onunla aynı seviyede hissedebilmek için memur sınavlarına girip kazanmayı hedeflemiş ve başarmıştır. Ama bu sırada sevdiği kişi en yakın arkadaşı Yoo So Ran tarafından çoktan kapıldığı için bunun pek de bir önemi kalmaz. Ah Jung ise klasik Türk mantığı yürütüp "n'apalım, kısmet değilmiş. bak hem kötü mü oldu, sırtımızı devlete dayamış olduk" diyerekten iyi-kötü memurluk yapmaya başlar. Seneler sonra esas kızımız ilk aşkını kapan Yoo So Ran ile yeniden karşılaşır. Ona hala bekar olduğunu söyleyip kendini kötü hissetmek istemediğinden, zengin ve genç otel sahibi Hyun Ki Joon (Kang Ji Hwan) ile evli olduğu yalanını uydurur. Sonrada bu yalan giderek büyür ve içinden çıkılmaz bir hal alır. 

Karakterler:

 Gong Ah Jung (Yoon Eun Hye):
Esas kızımız kültür bakanlığında çalışan bir memur. Hyun Ki Joon'la ilgili söylediği yalan o kadar büyür ki gazetelere bile manşet olur. Bu yüzden başı derde girer. Aslında o da bu durumdan rahatsızdır ama Yoo So Ran'a inat devam ettirir. Eun Hye'yi severim ama maalesef Coffee Prince'den beri iyi bir yapımda yer alamadı. Yetenekli olmasına rağmen bu yeteneğini doğru bir şekilde değerlendiremiyor ya da değerlendirecek şansı bir türlü elde edemiyor, bilemiyorum. Bu dizide canlandırdığı ile Düşlerimin Prensi'nde canlandırdığı karakterler birbirine benzer. Bu yüzden o karakteri sevmiş olanlar bunu da sevecektir.

 
 Hyun Ki Joon (Kang Ji Hwan):
Zengin ve genç bir iş adamı. Anne ve babasını kaybetmiş. Bu yüzden o ve kardeşi (yanlış hatırlamıyorsam) halaları tarafından büyütülmüş. Hyun Ki Joon daha önce nişanlı olduğu sevgilisinden kardeşi de ona aşık olduğu için ayrılmak zorunda kalmış. Gong Ah Jung'un söylediği yalan tüm ülkeye yayılınca haliyle rahatsız olur ve Ah Jung'dan bunu düzeltmesini ister. Sonrasında işler ne onun ne de Ah Jung'un planladığı gibi gider. Hatta bunlar bi' ara yalanı devam ettirmeye karar verip sözleşme yapıyorlar falan, neyse işte. Bu oyuncuyu ilk kez bu dizide izledim. Daha önce Coffee House adlı Coffee Prince çakması olduğunu düşündüğüm bir dizide oynamış. Sonradan öğrendim dizi çakma değilmiş ama çok iyi bir dizi de değilmiş. :/

Oh Yoon Joo (Jo Yoon Hee)
Hyun Ki Joon'un eski nişanlısı. Klasik bir kore dizisi 2. kadın tipi. :D  Ki Joon'u sevmesine rağmen ayrılmak zorunda kalmış ve onu hala unutamamış. Ayrıldıktan sonra yurt dışına gitmiş. Dizide geri dönüp Ki Joon'la yeniden sevgili olma çabalarını izliyoruz. 

Hyun Sang Hee (Sung Joon): 
Sang Hee, esas oğlanın uğruna sevdiğininden ayrıldığı pek değerli kardeşi. Aslında bu oğlanla ilgili büyük umutlarım vardı. Kendisine asi ve hırçın küçük kardeş imajı çizilmesine rağmen dizide herhangi bir atraksiyonunu göremedik. İşte şimdi bir atak yapacak, ah olmadı artık bir dahaki sefere derken dizi bitti. :D

 Yoo So Ran (Hong Soo Hyun) - Chun Jae Bum (Ryu Seung Soo):
Bunlar da Gong Ah Jung'un ilk aşkı Chun Jae Bum ve arkadaşının onu sevdiğini bile bile Jae Bum'u kapan Yoo So Ran. Bu çift evli ve mutlu olarak yıllar sonra esas kızımızın karşısına çıkınca esas kızımızda evli olduğuyla ilgili yalan söylemek zorunda kalıyor. Zorunda kalıyor dedim çünkü bu Yoo So Ran denen yaşam formunun hayattaki tek amacı Ah Jung'u küçük düşürmek, ezmek ve onunla rekabet etmek olduğundan esas kızımız bir noktadan sonra kendini daha fazla ezdirmemek için yalan söyleme zorunluluğu hissediyor.


Dizi aslında (mantık hatalarına rağmen) güzel bir şekilde başlıyor. İlk sekiz bölüm dizi türü romantik-komedi olmasından dolayı eğlenceli. Hafiften bayma sinyalleri verse de sıkılmadan izleyebiliyorsunuz. Bunun dışında gerçekten güzel diyebileceğim romantik sahneler vardı. Görsellik açısından esas oğlanla esas kızın ilk öpüştüğü sahne, romantizm açısından da karaoke sahnesi gerçekten çok iyiydi bence. Bunun dışında dizinin fanları kola sahnesini de epey sevmişler ama o bana çok yapmacık geldi doğrusu.


Dizinin bana göre en olumsuz yanı Kore dizilerinde işlenen tüm klişelerin bu dizide kullanılmış olmasıydı. Diziye herhangi olumlu bir şey katmayacağı, aksine sıradanlaştıracağı çok belli olmasına rağmen bu klişelerin kullanılması son derece anlamsızdı. Bu tarz dizilerde normalde tempo dizinin ikinci yarısında azalır, dizi iyice drama bağlar ki ben bunu hiç sevmem. Bunu yapmayıp ilk bölümden son bölüme türünün hakkını iyi bir şekilde veren ve romantizm-komedi-dram üçlüsünü en iyi şekilde dengeleyen diziler genelde bu farklarıyla diğerlerinden sıyrılır ve kaliteli bir yapım olduğunu belli eder. Lie to Me'de ise dizinin ikinci yarısında türün romantik komedi olduğu unutulmuş. Herhangi bir komedi unsuru olmadan klişelerle dolu romantik-dram türünde bir son sekiz bölüm izledik.


Daha önce söylediğim gibi, dizide mantık hatalarının bulunması bir diğer olumsuz yan. İlk bölümde esas kızımız doğrudan Hyun Ki Joon ile evli olduğunu söylememesine, sadece genç ve zengin bir iş adamıyla evli olduğunu söylemesine rağmen bu kişinin, sanki Kore'de başka genç ve zengin iş adamı yokmuş gibi, sadece Hyun Ki Joon olarak düşünülmesi biraz saçmaydı. Ayrıca başta iki kişiye söylenen bu küçük yalanın nasıl tüm ülkeye yayıldığı da belli değil. Dizide sadece birkaç kişiyi telefonlarında bu konudan bahsederken görüyoruz o kadar.


Farkındayım, biraz uzun ve negatif bir yazı oldu. :D Ama başta da söylemiştim. Dizi benim için bir hayal kırıklığıydı. Her ne kadar benimde çok sevdiğim Eun Hye'yi barındırsa ve ilk bölümleri güzel de olsa, diğer Kore dizilerinin yanında Lie to Me'nin sönük kaldığı bir gerçek.

Notum: 6/10