2013 Sonbahar Animeleri

14 Ekim 2013



Son iki sezondur yaşanan "slice of life" türünün bolluğundan olacak, bu sezonda daha farklı, renkli animelerle dolu. Sezon öncesi kısa tanıtımlarda gözüme kestirdiğim birkaç anime vardı ve çoğunun ilk bölümlerini izleme şansı buldum. Şimdilik "çok iyi" diyebileceğim en fazla bir iki seri olmasına rağmen, izlediğim yeni sezon animeleri genel olarak ortalamanın üzerinde.


Kill la Kill 

Tür: Aksiyon, Fantastik, Komedi, Okul

Stüdyo: Trigger

Konu: Ryuko Matoi, bir makasın yarısını andıran kırmızı kılıcıyla, babasını öldüren ve kılıcın diğer yarısına sahip olan kişiyi aramaktadır. Katili bulmak amacıyla Hannouji Akademisi'ne gelir. Bu okul önüne çıkan herkesi ezmek için özel üniformaları kullanan öğrenci konseyi başkanı Satsuki Kiryouin tarafından yönetilmektedir. Satsuki'ye meydan okuyan Ryoku, hem babasının katilini bulup kılıçla ilgili sırrı çözmek hem de öğrencileri okul konseyinin zulmünden kurtarmak için bir mücadeleye girişir.

İşte bu sezonun rahatlıkla "çok iyi" diyebileceğim animesi Kill la Kill. İlk duyurulduğu andan itibaren anime severlerin ilgisine çeken, beklentilerin yüksek olduğu bir seriydi. Beklentileri de fazlasıyla karşıladı. Peki bu seriye karşı merak ve ilgi niye bu denli fazlaydı derseniz, bunun nedeni yeni bir stüdyo olan Trigger'dan çıkmış olması. Gainax şirketinden ayrılan Hiroyuki Imaishi ve Masahiko Ohtsuka gibi iki yetenekli kişinin kurmuş olduğu Trigger, daha öncesinde (benim de izleyip beğendiğim) Little Witch Academia ile dikkat çekmişti. Belirgin biçimde standart anime kalıplarından farklı olan çizim ve hikayeyi işleyiş tarzlarıyla ön plana çıkan bu yeni stüdyonun ilk uzun soluklu televizyon yapımları da ilgi çekti tabi ki.

Kill la Kill bana çizimleri ve anlatımıyla 70'lerin ve 80'lerin serilerini, Lupin ve çağdaşı animeleri falan anımsattı. Sanırım stüdyonun amaçladığı şey de bu: o döneme ait anime stili ile günümüzün teknik açıdan kusursuz animeler üreten olanaklarını birleştirmek. Bu açıdan serinin retro bir havasını olduğunu söyleyebiliriz. Hikayenin hareketli, enerjik anlatımı her bölümün dolu dolu geçmesini sağlarken izleyiciye de istediğini veriyor. 
İzleyecek iyi bir şeyler arıyorsanız bu sezonun en iddialı animesi olan Kill la Kill'e mutlaka bir göz atın derim.


Kyoukai no Kanata

Tür: Aksiyon, Fantastik, Doğaüstü

Stüdyo: Kyoto Animation

Konu:  Akihito Kanbara insan gibi görünmesine rağmen yarı youmu'dur. (yani yarı insan yarı canavardır) Yaralarını hemen iyileştirebilme gücüne sahiptir. Bir gün okulun çatı katında Mirai Kuriyama adlı garip bir kız ile tanışır. Youmuları avlayan Ruhlar Dünyası Savaşçıları'ndan biri olan Mirai kendi kanını silah olarak kullanabilme gücüne sahip, klanından geriye kalan tek kişidir. Akihito, sakar ve şaşkın olmasının yanı sıra yalnız da olan bu kıza yardım etmek ve onu başka savaşçılarla tanıştırmak ister. Oysa Mirai karanlık ve gizemli geçmişi nedeniyle Akihito'yu kendinden uzak tutmaya çalışır.

Bu sezon Kill la Kill ile birlikte bende en çok beklentiye yol açan bir diğer anime Kyoukai no Kanata idi. İzlediğim ilk iki bölümüyle bu beklentileri karşıladığını söyleyebilirim. Şu an için "çok iyi" demenin erken olduğunu düşünsem de beni hayal kırıklığına uğratmayacak bir seri olacağını düşünüyorum. "Dark Fantasy" olarak lanse edilen anime, KyoAni'nin neredeyse her animesinde olan mükemmele yakın çizim ve renklerle birlikte karanlık bir hikayeyi harmanlayacak gibi. Dark Fantasy hastası olarak, hikayenin vadettiği gibi karanlık (veya en azından ilginç) olmasını umut ediyorum. Aksi takdirde Kyoukai no Kanata anime dünyasındaki, iddiasının arkasını dolduramayıp, sonrada çizimlerimle işi kurtarmaya çalışan serilerden biri olacak gibi duruyor.


Nagi no Asukara

Tür: Dram, Fantastik, Romantizm

Stüdyo: P.A.Works

Konu: Hikaye hem su altında hem de karada yaşayan insanların olduğu bir dünyada geçiyor. Su dünyasında yaşayan birkaç ortaokullu öğrenci kendi okullarının kapanması nedeniyle karadaki başka bir okula transfer olurlar. Bu gruptan Manaka'nın kara insanlarına karşı olumlu yaklaşımı ve onlardan biriyle hemen yakın arkadaşlık kurması, ona karşı hisler besleyen çocukluk arkadaşı Hikari'yi rahatsız etmeye başlar. Aynı zamanda kara insanları ile su insanları arasındaki soğukluk giderek artmaktadır. 

Nagi no Asukara "yayınlansa da izlesem" diye beklediğim bir seri değildi ki şu anda da büyük bir heyecan veya merak içerisinde izlediğim söylenemez. Yine de serinin hakkını yemek istemiyorum, çünkü daha iki bölüm yayınlandı ve şu ana kadar bir sorun yok. Animenin arkaplan çizimleri gerçekten çok hoş. Özellikle su altı kasabası, Studio Ghibli filmlerini andıran bir güzellikte tasarlanmış. Serinin kaderi büyük olasılıkla romantizme ne ölçüde ağırlık verileceğiyle belli olacak. Eğer hikaye "gözlerine limon sıkılmışçasına gözbebekleri parlayan tiyneycırların aşk çokgenleri" şeklinde ilerlerse (ki korkarım öyle olacak) seriyi özel kılan pek bir şey kalmayacak. Lakin romantizmi dozunda tutup deniz insanlarıyla kara insanlarının gerilimini, kara insanlarının denizi ve dolayısıyla denizde yaşayanları olumsuz etkilemesini, doğaya karşı saygısız oluşlarını işlerse, işte o zaman 10 numara bir iş olur.


Coppelion

Tür: Aksiyon, Bilimkurgu, Seinen

Stüdyo: GoHands

Konu: Japonya nüfusunun büyük bir kısmını yok eden nükleer felaketten yıllar sonra artık eski başkent olarak anılan Tokyo'ya lise üniformaları içinde üç genç kız gönderilir. Coppellion adıyla anılan bu küçük grup radyasyona dayanacak şekilde bağışıklık kazanmış ve özel olarak yetiştirilmiştir. Amaçları ise Tokyo sokaklarında dolaşarak felaketten kurtulmayı başarabilmiş kişileri bulmaktır.


Daha önce K-Project adlı animelerini izleyip özellikle çizimlerini çok beğendiğim GoHands'in yeni serisi Coppelion konusuyla dikkatimi çeken ama izlediğimde gariptir ki çizimlerinden dolayı sevmediğim bir anime oldu. Aslında genel olarak çizimler değilde karakter çizimleri desek daha doğru olur sanırım. Yoksa arkaplan çizimleri yine K-Project'te olduğu gibi kusursuz. Renklendirme de aynı şekilde çok başarılı. Ama işte o karakter çizimlerindeki en dış çizginin/hattın belirgin oluşu yok mu... Bu küçük detay tüm seyir zevkimi mahvetti. Çizgi olayının dışında karakterlerin de hikayenin gidişatına veya anlık aksiyona göre şekil alan tipik içi boş anime karakterlerinden olması da yine beni rahatsız eden şeylerden. Daha doğrusu karakterlerin birer "karakterlerinin" olmayışı en büyük rahatsızlığı yarattı da diyebiliriz. Konusu nedeniyle birkaç bölüm izlemeye devam edebilirim ama fazla umut vadetmiyor.


Galilei Donna

Tür: Aksiyon, Macera, Bilimkurgu

Stüdyo: A-1 Pictures

Konu: Hozuki, Kazuki ve Hazuki tamamiyle farklı kişiliklere ve zevklere sahip Galileo'nun soyundan gelen üç kardeştir. Bir gün gizemli bir organizasyon tarafından saldırıya uğrarlar. Bu organizasyon Galileo'nun arkasında bıraktığı mirasın peşindedir. Üç kız kardeş ise ne için olduğunu anlamadıkları saldırıdan kıl payı kurtulur. Peki miras nedir. Ne için onu aramaktadırlar ve bunun kardeşlerle ilgisi nedir? 


İsminde Galileo Galilei geçtiği için dikkatimi çeken bir seri Galilei Donna. Düşük beklentilerle izlendiğinde eğlenceli bir seyirlik olabilecekmiş gibi bir hava sezdim.Sezondaki diğer animelerle karşılaştırıldığında sönük ve karmaşık kalan bir yapısı var. Aslında ilginç sayılabilecek bir seri gibi ama birtakım mantık hatası mı desem ne desem bilemedim, bi durumlar var. Mesela ilk bölümden anladığım kadarıyla İtalyan olan Ferrari kardeşler ( evet, soyadları Ferrari  *_*  ) İtalyan olmalarına ve İtalya'da yaşamalarına rağmen Tokyo'nun içindenmiş gibi davranıyorlar. Zaten adları Japon tekerlemesi gibi. Birde küçük bir kızı uçan garip bir hava aracı gündüz vakti kovalıyor, sonra uçan dev araçlar bir evin duvarlarını yıkıyor, yerin altından çıkıyor falan.... Tamam anladık hikaye gelecekte geçiyor, futuristik olaylar cart curt da hiç mi mantık veya realite aramayalım?....  Neyse işte, bu da böyle bi seri, üzerinde çok düşünülmeden izlendiğinde güzel olanlardan.


Samurai Flamenco

Tür: Aksiyon

Stüdyo: Manglobe

Konu: Masayoshi Hazama'nın çocuk yıllarından beri en büyük hayali bir süper kahraman olmaktır. Tabi ki bu hayalini gerçekleştiremez fakat şans eseri manken olmayı başarır. Yinede kahraman olma tutkusunu bastıramayan Masayoshi geceleri kılık değiştirerek amatör kahramanlık yapmaya karar verir. İlk gecesinde bir güzel dayak yiyen acemi kahramanımız tesadüfen polis memuru Hidenori Goto ile karşılaşır. O günden sonra da başarısız kahramanlık girişimleriyle Hidenori'nin başına bela olur. 

Yeni sezon tanıtımlarına bakarken her nasılsa dikkatimi bile çekmeyen bir seriydi bu. Dün öylesine izleyecek bir şey arıyorken denk geldim. Konusuna bile doğru düzgün bakman açıp izledim ve baya beğendim. Herkes Kick-Ass veya Tiger & Bunny' ye benzetmiş ama söz konusu eserleri izlemediğimden bu konuyla ilgili bir yorum yapamıyorum. Aslında öyle ön plana çıkan çok iyi bir anime değil kesinlikle. Ne animasyon kalitesi ne de çizimler açısından özel olan hiç bir şey olmamasına rağmen, sanırım konusundan dolayı seyirciye kendini sevdirmeyi başarıyor. Yinede ileride seri nereye gidecek çok fazla kestiremediğimden ve henüz tanışmadığımız bir sürü yan karakter olduğundan dolayı, Samurai Flamenco hakkında net bir yargıya varamıyorum. Şu anda sadece izlemeyi düşündüğüm ve ılımlı baktığım bir seri olduğunu söyleyebilirim.


Gingitsune

Tür: Doğaüstü, Slice of Life, Komedi

Stüdyo: Diomedea

Konu: Makoto, Tanrı İnari'ye adanmış küçük bir tapınağın 15. mirasçısı/sahibidir. Tanrı İnari'nin sözcüsü olarak uzun zaman önce tapınağa gönderilen dev beyaz tilki Gintarou'yu görüp konuşabilen de sadece odur. Gintarou'nun yakın geleceği görebilme gibi güçleri vardır. Bu sayede Makoto ve Gintarou tapınağa yardım için gelen insanlara yardım ederler.


Daha önce hiçbir animesini izlemediğim (kasıtlı değil) stüdyo Diomedea'nın yeni sezondaki serisi Gingutsune doğaüstü ile slice of life etiketlerini beraber barındırıyor. Bu birleşim Gingutsune'de güzel bir şekilde harmanlanmış. (Sonuçta doğaüstü kişilerin de gündelik hayatları var, değil mi ama :D ) Çizimler fena değil. Hikayenin tapınakta geçmesi nedeniyle büyük ihtimalle mistik konulara değinecekler. Diğer bir yandan da "hayattan kesitler" etiketine uygun olarak Makoto'nun okulda arkadaşlarıyla olan ilişkileri de işleneceği düşünüldüğünde iki farklı türün birleştirilmesini izlemek eğlenceli olur diye düşünüyorum. Yine de beklentimin yüksek olmadığını belirteyim. 


Golden Time

Tür: Romantizm, Komedi, Seinen

Stüdyo: J.C. Staff

Konu: Banri, üniversitenin daha ilk gününde okula geç kalmış ve kaybolmuş iken kendisiyle aynı durumda olan Mitsuo Yanagisawa ile karşılaşır. Onun da kendisiyle aynı fakültede olduğunu öğrenince, okulu beraber aramaya karar verirler. Okulu bulduklarında okul girişinde elinde bir demet gülle bekleyen güzel bir kızı, Koko Kaga'yı görürler. Koko elindeki gülleri Mitsuo'nun suratına çarpar ve ondan kaçamayacağını söyler. Mitsuo'nun yanındaki Banri ise ne yapacağını bilemez ama aynı zamanda Koko'ya karşı ilgi duymaktan da kendini alamaz. 

İlk bölümde romantizm yerine adama amele sümüğü gibi yapışan  bir Japon kezbanı barındıran, romatik-komedi etiketli bir seri Golden Time. Neden bilmiyorum hem hikaye hem de çizimler bana son derece bayağı ve eski moda geldi. Aslında J.C. Staff'ın Honey and Clover, Toradora, Bakuman (Bakugan değil!), Nodame Cantabile gibi eli yüzü düzgün, güzel animeleri vardır. Nedense son yayınlanan serileri pek bekleneni karşılayamadı. Neyse... siz en iyisi gidin benim az önce saydığım aynı stüdyonun diğer serilerini izleyin, bunu izlemeyin. Şahsen ben de öyle yapıcam.

-----------------------------------------------------------------------

Farkındayım uzun bir yazı oldu. Malum tembel bir bloggerım, hazır başlamışken aklıma gelen, izlediğim tüm yeni sezon serilerini yazayım dedim :D  Aslında yeni sezonda izlenecekler listemde olup henüz izleyemediğim Pupa,  Yowamushi Pedal,  Kyousougiga,  Strike the Blood  gibi animeler de var ama ne zaman izlerim bilmiyorum. Zaten en çok merak ettiğim serilerden Pupa'nın yayın tarihi daha geç, diğerleriyse bildiğim kadarıyla yayınlanmaya başladı. Belli olmaz belki sonbahar sezonuna dair ikinci bir ilk izlenim yazısı da yazabilirim, şöyle vol.2 falan. (yazar burada kendisine gülüyor)

Mawaru Penguindrum

15 Temmuz 2013


Beni düşündüren, hakkında teoriler üretip kafa patlatabildiğim animeleri kesinlikle çok seviyorum. Bunu iyice anladım. Mawaru Penguindrum da işte tam bu tarz bir anime. İzleyicilerinin saksılarını zorlamalarına neden olan türden. Mawaru ilk yayınlandığından beri izlemek istediğim ama bir türlü izleyemediğim bir seriydi. Dürüst olmak gerekirse, başta türlerinin arasında "tuhaf" etiketinin bulunması ve isminde "penguen" ifadesinin geçmesi nedeniyle seriye karşı bir önyargım vardı. İşte bir başka saçma anime daha diye düşünmüştüm. Ama sonrasında okuduğum olumlu eleştiriler Mawaru'yu "sadece adı bilinen animeler" kategorisinden alıp "izlenecekler"e yerleştirmeme neden olmuştu. Yine de işten güçten (tembellikten de olabilir :D ) bir türlü izleyemedim tabii. Okulların tatile girmesi isteyip de izleyemediğim animeleri izlemek için iyi bir fırsat oldu. İlk olarak Mawaru Penguindrum'ı izledim ve baya da beğendim. Hatta daha önce izlemediğim, hep ertelediğim için kendime kızdığımı bile söyleyebilirim.


Mawaru Penguindrum, 2011 yapımı, dram, gizem, doğaüstü(supernatural), tuhaf ve komedi gibi tür etiketleri olan 24 bölümlük bir seri. Mawaru'nun genelde büyülü kız(mahou shoujo) türünde olduğu zannedilse de öyle değil. Seride değişim geçiren bir kız olduğu doğru ama bu kızımızın hiç de öyle kahramanlık yapmak gibi bir derdi, gayesi yok. Brain's Base stüdyosundan çıkan serinin yaratıcısı ise Sailor Moon ve Utena'dan tanıdığımız Kunihiko İkuhara. Bu da Mawaru Penguindrum'ın bazı noktalarda neden Sailor Moon'a benzediğini açıklıyor sanırım.


Mawaru Penguindrum'ın konusu ise şöyle:
Hikaye, Kanba ve Shouma adlı ikizler ve onların kız kardeşleri olan Himari etrafında şekilleniyor. Himari'nin sağlığı iyi değildir ve fazla ömrü kalmamıştır. Üç kardeşin akvaryuma gittikleri bir gün Himari bayılır ve o gün hastanede hayatını kaybeder. Kanba ve Shouma üzüntü ve çaresizlik içindeyken bir mucize gerçekleşir ve Himari canlanır. Mucizeye neden olan şey ise akvaryumdan aldıkları penguen şeklindeki şapkadır. Himari şapkayı taktığında bambaşka birine dönüşür ve eğer kardeşleri Himari'nin yaşamasını istiyorlarsa Kanba ve Shouma'nın "penguindrum" denilen şeyi bulmaları gerektiğini söyler. Böylece iki kardeş, ne olduğunu dahi bilmedikleri penguindrum'ı aramaya başlarlar.


Hikaye anlatımını ve atmosferi göz önüne alırsak Mawaru'yu kendi içinde iki kısma ayırmak mümkün. İlk kısım daha çok penguindrum arayışıyla geçiyor ve seriyi farklı kılan unsurları henüz bu kısımda göremiyoruz. Daha çok ikinci kısma yönelik bizi motive eden ve merakımızı tetikleyen bölümlerden oluşuyor. Tabii bir de üç kardeşin dışında bir diğer önemli karakter olan Ringo ile bu kısımda tanışıyoruz. Benim Mawaru'yu bu denli sevmemi sağlayan ikinci kısım ise konunun işlendiği asıl yer ve ilkinden daha karanlık bir atmosfere sahip.


Hani bizde bir söz vardır, "kader ağlarını örmüş" deriz. İşte Mawaru'daki durum da aynen böyle. Her ne kadar seri, birbirine dolanmış kaderleri bize hemen göstermese bile, daha ilk bölümden kaderle ilgili büyük sözler söyleyerek ne tarz bir anime olacağı konusunda bize bazı sinyaller veriyor. Bu seriyi sevmemdeki nedenlerden biri de bu: içinde az da olsa kaderle ve hayatla ilgili felsefe barındırması, insanları düşündürmesi. Karakterlerin kaderlerini sorgularken sordukları sorular hem o kadar basit hem de o kadar temel ki, biz de kendimizi onlar gibi kader üzerine düşünürken buluyoruz.


Seri tabii ki sadece kader kavramı üzerine düşüncelerden oluşmuyor. Animeye genel bir hareketlilik hakim. Önce penguindrum arayışı, ardından üç kardeşin geçmişleriyle hesaplaşmaları ve Himari'nin ölüme bu denli yakın oluşu serinin aksiyon ihtiyacını karşılarken, her bölüm sonunda artan soru işaretleri de merakımızı tetikleyip seriye karşı olan ilgimizi arttırıyor.
Ama bunların dışında Mawaru'yu benim için özel kılan en önemli şey, yaptığı sistem eleştirisi. Seri "sosyal mesajımızı da verelim tam olsun" kafasından farklı olarak hiç kasmadan, başarılı bir şekilde toplumu ve artık çürümüş olan insani değerleri eleştiriyor. Bunu da hikayenin bütünlüğünü bozmayacak bir şekilde, eleştiriler ve göndermeler sırıtmayacak bir biçimde yapıyor. Kullandığı kutu metaforuyla günümüz insanının nasıl da köşeye kıstırıldığını ve yalnızlığını anlatırken; çocuk ızgarası (child broiler) sayesinde de kaybedilmiş veya terk edilmiş bireylere dikkat çekiyor. Değerlerin anlamını yitirmesinin sebep olduğu tüm bu olumsuzlukların sonucunda gelen karamsarlık ve amaçsızlığın ise bizi insanlık tarihinin en başına, Adem ile Havva'ya götüren bir başka metaforla çözülmesi ise düşündürücü.


Mawaru'nun bana göre eksik yanları da var. İlki, ustaca oluşturulmuş düğümlerin çözümü sırasında hikayeyi takip etmekteki zorluk. Ayrıca seri amaçladığı şekilde izleyicisini düşündürüyor, evet ama bu amaç uğruna o kadar çok cevaplanması gereken soru işareti birikiyor ki, anime bittiğinde bile tam olarak istediğimiz cevapları alamıyoruz. Bence bunun nedeni, Mawaru'yu oluşturan ekibin zihinlerinde yarattıkları dünyayı izleyicinin anlayabileceği şekilde seriye yansıtamamaları. Onların akıllarındaki büyük ve kusursuz resmi göremiyoruz. Bazı pürüzler kalıyor. Yani Lost misali, finalden sonra dahi akılda kalan soruları yanıtlamak için, "bu aslında şu demek",  "orda şöyle oldu çünkü.... " gibi açıklamalara ihtiyaç duyuyoruz. Kısacası, animenin barındırdığı iyi düşünülmüş karmaşa sıradan bir anime izleyicisine fazla gelecek türden.


Açıkcası türü "tuhaf" olan ve içinde koşuşturup duran 3 penguen barındıran bir animeye göre, bana beklediğimden fazlasını veren bir seri oldu Mawaru Penguindrum. İyi düşünülmüş hikayesiyle, müzikleriyle, sistem eleştirisi ve göndermeleriyle beni etkilemeyi başardı. İzlemenizi tavsiye ederim.

Notum: 9/10

K-Project

2 Ocak 2013


Hem blogumun 1 yaşına girmesi hem de 2013'ün ilk günü olması nedeniyle, yılın bu ilk postunda sevgi pıtırcığı modunda bir şeyler yazmayı çok isterdim ama büyük ikramiyeyi yine tutturamayıp, kısa yoldan köşeyi dönme hayallerim suya düştüğünden dolayı çöküntüdeyim. Yani "yeni yıla girdik heyoo" bıdı bıdılarını geçiyorum. (evet ciddi ciddi büyük ikramiyeyi falan düşlüyorum :D )

 

Daha yayınlanmadan anime severler arasında büyük merak uyandırmayı başarmış, bu sezonun en iddialı yapımı diyebileceğimiz K-Project (veya sadece K) aksiyon, dram ve doğaüstü(supernatural) türlerinde 13 bölümlük bir seri. Aslında tür için genel olarak shounen de diyebilmek mümkün ama bana göre (izlediğim o tür serilerden yola çıkarak söylüyorum) serinin shounen'den ayrılan bir çok noktası var. Anime hakkında konuşmadan önce konusundan bir bahsedelim.


Hikayemiz, teknolojinin günümüze göre daha ileri bir düzeyde kullanıldığı Shizume şehrinde geçiyor. Şehir, her biri farklı renklerle anılan, doğaüstü güçlere sahip krallar ve onların klanları tarafından idare edilmekte. Sıradan bir lise öğrencisi olan ana karakterimiz Yashiro Isana, bir gün kızıl klan Homra tarafından, birini öldürdüğü gerekçesiyle saldırıya uğrar ve kovalanmaya başlar. Köşeye sıkıştığında ise Kuroh Yatogami tarafından kurtarılır ama Kuroh'un amacı da Homra'dan farklı değildir.

Beyaz saçlı ana karakterimiz Yashiro ve  Kuroh

K-Project'i ön plana çıkan en önemli özelliği, kesinlikle muhteşem görselliği. Gerek çizimler gerekse renkler çok çok iyi. İnsan gözlerini alamıyor. Çizimlerin dışında müzikler de son derece başarılıydı. Her ne kadar fazla bilgi sahibi olmasam da, aslında seri ilk bakışta seslendirme kadrosuyla dikkat çekiyor(muş). Bende başka yerlerden duydum :D İşinin ehli ve ünlü olan tüm seiyuu'ları (seslendirme sanatçılarını) toplamışlar. Dediğim gibi seslendirme olayının ayrıntılarını pek bilmediğimden ben daha çok animasyon kalitesinden ve arada izleyiciyi hipnotize eden renklerden etkilendim. Animemizi teknik açıdan değerlendirecek olursak kusursuz denebilecek kadar iyi olduğunu söyleyebiliriz.


Gelelim seri yayınlanmaya başladığından beri konuşulan asıl mevzuya: "K-Projeck içi boş bir balon mu?" Kendi cevabımı vermem gerekirse: hayır, bence K-Project balon denilebilecek düzeyde boş bir seri asla değil.  İnsanların neden böyle düşündüklerini son derece iyi anlayabiliyorum çünkü seriye ilk başladığımda benim de "K" ile ilgili kanaatim o yöndeydi. Bu şekilde düşünülmesinin nedeniyse hikayenin ilerleyiş (veya anlatılış) şekli. Aslında fena olmayan hikayesini ilk bölümlerde kavrayabilmek mümkün değil. Bu da doğal olarak izleyicilerin seriye dair "görselliği iyi ama belli bir konusu yok" veya " kötü hikayeyi iyi çizimlerle kotarmaya çalışmışlar" şeklinde düşünmelerine yol açıyor.


Yanlış anlaşılmasın, her ne kadar K-Project içi boş denilebilecek düzeyde değilse de, hikayesi fena olmamakla beraber çok da iyi değil. Kötü denilemez ama kusursuz görselliğin izleyiciye getirdiği beklenti altında konu yetersiz kalıp eziliyor. Seriyi izlerken hikayenin geçtiği dünya ve karakterler hakkında daha fazla şey bilmek, diğer renkleri temsil eden kralları da görmek istiyorsunuz ama bu mümkün olmuyor. Ayrıca seri içinde bunca karışıklığa neden olan, hikayenin ana dinamiğini sağlayan unsurun o kadar etkileyici ve büyük bir şey olmaması hikayeyi çizimlerin yanında zayıf göstermiş.


K-Project içinde çok sayıda karakter barındıran animelerden. Üstelik hepsi de ilgi çekici. Bu özelliğinin, konunun işlenişinde sorun yaratacağını düşünsem de öyle olmadı. Dikkat çeken, her biri ayrı bir animenin ana kahramanlarından olabilecek potansiyeldeki yan karakterler seriye renk katmış ve daha keyifli kılmış. Özellikle de Homra çetesinin üyeleri.


Serinin temposu genelde pek düşmüyor. Hikayenin işlenişi nedeniyle kim kimdir, amaçları nelerdir her bölüm yavaş yavaş öğreniyoruz. Düğümler bir anda değil sırayla çözülüyor ve çözülen düğümler bile akılda soru işaretleri bırakıyor. Bu durum da izleyicinin merak duygusunu körükleyip, onu her bölüm seriye daha çok bağlıyor.


Sevdiğim bir başka şey shounen'lerden alışık olduğumuz "karakterin önce deli gibi bağırıp sonra muhteşem saldırısını yapması" gibi gaza getirici ama aşırı saçma olan sahnelerin K-Project'de olmasına rağmen shounen türündeki animelerin temelinde bulunan basit iyi adam-kötü adam durumunun olmaması. Seri en azından bir noktaya kadar bu unsur olmadan kendi dinamiğiyle ilerleyebiliyor.


Başkalarını bilmiyorum ama ben K-Project'i sevdim. Hikayesi beklenilenden zayıf olsa da (ki aslında zayıfta sayılmaz) genel açıdan tatmin edici bir seri olduğunu düşünüyorum.

Notum: 8/10